Merhaba! Bugün, birkaç hafta önce bitirdiğim ve hakkında konuşmak için sabırsızlandığım bir kitap üzerine düşüncelerimi aktaracağım. :)
Huzursuzluk, Zülfü Livaneli'nin Serenad'ından sonra okuduğum ikinci kitabı. Serenad'ı bile bayılarak okumuşken, bu kitap onun kesinlikle üstüne çıkmayı başardı.
Huzursuzluk, Zülfü Livaneli'nin 2017'nin başında çıkardığı son kitabı. Livaneli'nin bütün kitapları gibi Doğan Kitap tarafından basılmış. 154 sayfalık bu roman kolay okunabilen bir nitelikte olmakla beraber, okurken sizi içine çekecek, başka coğrafyalara sürükleyecek ve hatta romanı kapatıp internette biraz araştırma yapmanızı gerektirecek bir kitap. Bu kiminin hoşuna gitmez, bazıları romanı bir oturuşta bitirmek ister, yazar ona her şeyi hazır bir şekilde sunsun ister. Bazıları da -ki ben de onlardan biriyim- okurken kafa yormayı severler. İşte bu kitap o insanlara hitap ediyor diyebilirim.
Romanın konusuna gelecek olursak, İstanbul'da bir nevi modern bir hayat süren İbrahim, çocukluk arkadaşının ölüm haberi üzerine doğduğu kent Mardin'e gider ve orada arkadaşının ölüm sebebini araştırırken kendini gizemli bir maceranın içinde bulur. Evet, romanın konusunu bir cümleyle bu şekilde özetleyebiliriz. Ancak roman bu yazdıklarımın çok daha ötesinde kesinlikle.
Günümüzün malesef en büyük lanetlerinden biri olan IŞİD meselesi romanda üzerinde durulan en büyük problem. IŞİD'in yaptıklarını, faaliyetlerini, insanların yaşamını nasıl mahvettiğini Livaneli o kadar duru, o kadar gerçekçi bir şekilde aktarmış ki, o zulümleri okuduğum her an bir kez daha "Gerçekten böyle şeyler yaşanıyor.." demekten kendimi alamadım.. Her gün haberlerde gördüğümüz şeylerin masal olmadığını, gerçekten bir yerlerde insanların bu lanetle mücadele etmeye çalıştığını çok daha iyi anladım. Romandan bahsederken bu konuya değinmemek olmazdı, çünkü dediğim gibi, romanın konusunu, kurgusunu oluşturan en önemli olay IŞİD zulmü.
Konusunu biraz daha açmak istiyorum. İstanbul'dan Mardin'e arkadaşının ölümünü araştırma maksadıyla giden gazeteci İbrahim'den bahsetmiştik en son. Evet, İbrahim Mardin'e gidiyor ve arkadaşı Hüseyin'in Mardin'den ayrıldıktan iki ay sonra Amerika'da öldüğünü öğreniyor. Hüseyin'in annesi ve kardeşiyle konuştuğu zaman bu ölümün bir Ezidi kız yüzünden gerçekleştiğini öğreniyor, daha doğrusu annesi ve kardeşi tarafından öyle bilgilendiriliyor. Ve İbrahim, bu Ezidi kızın kim olduğunu, nerede olduğunu, neler yaşadığını, kısacası hayatıyla ilgili her şeyi öğrenebilmek adına bir maceraya atılıyor. Artık bundan sonra arkadaşı Hüseyin'in şaibeli ölümü değil, Ezidi kız Meleknaz'ın kim olduğu onu daha çok cezbediyor.
Bu romanı çok sevmemdeki en büyük etken kurgusu tabii ki ama bunun dışında beni çeken başka şeyler de olmadı değil. Mesela romanın içinde verilen tarihi doku, farklı kültürlerin yaşayışları, farklı dini inançlar ve onların bu inançlarını hayata nasıl geçirdikleri vs. gibi birçok konuya değinilmiş roman içerisinde. Özellikle romanımızın kahramanının Mardin'den bahsederken kullandığı bir cümle benim çok hoşuma gitti:
" Çarşıda, okulda, kadim Süryani, Müslüman, Yahudi, Mecusi, Zerdüşti, herkesin ahbaplık ettiği, birbirinin kutsal günlerini kutladığı şölen günleri.. Ama şimdi iyice içine kapanmış, sertleşen öfkeli bir İslam'ın gölgesi altında kararan bir şehir."
Romanın bir yerinde Mardinli kadınların yüzlerindeki, ellerindeki mor dövmelerden, alt dudaklarındaki morluktan bahsederken; "Peygamberin kızı Fatima'yı bir kölenin ısırdığına, bu kutsal insanın alt dudağını yaraladığına" inandıkları için kendilerinin de alt dudaklarını dövmeyle morarttıklarını söylüyor. İlerleyen sayfalarda Ezidi'lerin inanışlarından, ibadet yerlerinden, taptıkları Melek Tavus'tan, kutsal kitaplarından, kutsal sayılan ve yapmak zorunda oldukları ibadetlerden bahsediliyor. Herkes böyle midir bilmiyorum fakat ben bu ilgili satırları okurken bambaşka kültürlere tanıklık ediyor olmaktan dolayı çok mutlu oldum, içimde karşı konulmaz bir araştırma isteği baş gösterdi. Yazımın başında "kafa yoracak roman"dan bahsederken, kast ettiğim şey buydu. Bir roman, sadece bir kurgudan, bir olaydan ibaret değildir. Bir roman, içinde tarihinden coğrafyasına her şeye referans olabilecek bilgiler barındırmalıdır bana göre. İşte bu roman da benim için öyleydi, o yüzden elime alır almaz iki saat içerisinde bitirdim, üstelik etkisinden hala çıkamadım..
Aslında kitapla ilgili düşüncelerimi anlata anlata bitiremem ama şimdi yazımı burada bitirmeyi tercih ediyorum. Çünkü bu kitap herkese önerebileceğim, okursanız asla pişman olmayacağınızdan emin olduğum bir kitap ve boş kalan bazı noktaları okuyarak kendinizin keşfetmesini umuyorum. Acı gerçeklere göz yummayı sevmeyen insanlardansanız, zulümlere boynunu eğmeyen bir kişiliğiniz varsa eminim ki bu kitabı okurken, onca zulüm karşısında sizin de tüyleriniz diken diken olacak..
***
"Her insanın içinde iyi ve kötü, yan yana durur. Hangisini beslersen o galip gelir. Diğer dinlerin tanrıları da öyle değil mi? Hem ödüllendirici, hem cezalandırıcı bir tanrı o da. Büyük dinlerin tanrısı gibi. 'Bana inanmayanın boğazından aşağı erimiş kurşun dökerim' diyen bir tanrı, sadece iyi olabilir mi sence evladım? Kullarını en ağır işkencelerle korkutan bir tanrıya iyi diyebilir misin?"
"...bomba patlar diye AVM'lere girmekte korkarak, sinemaya bile gitmeye çekinerek yaşanan bir hayata hayat demek mümkün mü? İbn Haldun ne kadar haklıymış diye düşündüm, coğrafya kaderdir derken ne kadar haklıymış."
"Ayrıca bütün bunlar olurken bu kadar dinin tanrısı ne yapıyordu diye sordum kendime ve cevabı buldum. Tanrı o sırada dinleniyordu çünkü yedinci gündü, altı günde evreni yaratmıştı ve yedinci gün dinlenmeye çekilmişti. Herhalde bu yüzden çığlıkları duymamıştı."
"Yedinci güne gelindiğinde yapmakta olduğun işi bitirdin ve o gün dinlenmeye çekildin; belki de yedinci gün hala sürüyor çünkü masumların, acı çekenlerin çığlıkları ulaşmıyor sana ve artık her şey güzel değil."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Sadık Hidayet-Hacı Aga
Hacı Aga Sadık Hidayet ‘in dünyasına girdiğim ilk kitap değil, ama belki de benim için en etkilisi oldu diyebilirim. Daha önce Kör Baykuş...
-
Hacı Aga Sadık Hidayet ‘in dünyasına girdiğim ilk kitap değil, ama belki de benim için en etkilisi oldu diyebilirim. Daha önce Kör Baykuş...
-
Yeniden merhaba! Haziran ayında okumayı planladığım ilk kitap Sevgi Soysal'ın Yürümek adlı romanıydı. Bu kitap benim Sevgi Soysal ile ta...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder