1 Ekim 2017 Pazar

Sadık Hidayet-Hacı Aga

Hacı Aga Sadık Hidayet ‘in dünyasına girdiğim ilk kitap değil, ama belki de benim için en etkilisi oldu diyebilirim. Daha önce Kör Baykuş romanını ve Üç Damla Kan isimli öykü kitabını okumuştum Hidayet’in. Kör Baykuş’u ilk okuduğumda onun o fantastik, büyülü, insanın karanlık, bunalımlı, sancılı dünyasını anlatan hayal dünyasına hayran olmuştum. Okurken “İkinci bir Kafka okuyor gibiyim” diye düşünmüştüm keza bu fikrimde yanılmadım, çünkü Sadık Hidayet “Doğunun Kafkası” olarak ismini tüm dünyaya duyurmuştu bile.

20. yüzyıl modern İran edebiyatının kurucusu olarak tanıdığımız Sadık Hidayet ömrünün büyük bir kısmını ülkesinin içinde bulunduğu monarşi rejimi ve ruhban sınıfıyla mücadele ederek geçirmiş, eserlerinde sık sık bu durumu hicvetmiştir. İran’ın gerilemesine sebep olan monarşi rejimini eleştirdiği için ülkesinde kitaplarının yasaklanması bu anlamda şaşırtıcı olmayacaktır.

Kafka da dahil olmak üzere birçok Avrupalı sanatçının eserlerini çevirmeye çalışmış, kendisini adeta Batı edebiyatına adamıştır Hidayet. Buna rağmen yaşantısının bir bölümünde İran’ı terk edip Fransa’ya gitmiş olsa da ne Batı medeniyetini –ya da Avrupa yaşantısını- ne de Doğu medeniyetini, spesifik olarak da İran’ın içinde bulunduğu durumu benimseyememiştir. İki medeniyete de ait olamamıştır özetle. Bazı kaynaklarda isminin “vatansız bir doğulu” olarak da anıldığını belirtelim.

Sadık Hidayet ve hayata bakışı hakkında kısaca bir bilgiden sonra roman hakkında konuşmaya geçebiliriz diye düşünüyorum ama ondan önce çevirmen Mehmet Kanar’ın kitaba yazdığı önsözden birkaç alıntı yapmak istiyorum:
“Rıza Şah’ın saltanatının son yılları ile oğlu Muhammed Rıza Şah’ın (Pehlevi) saltanatının ilk yıllarındaki dönemde, çıkarcı ve sermayedar tüccar kesimi ile ülke menfaatlerini ayaklar altına almaktan çekinmeyen kimi yüzsüz politikacıların halkı ezmek için ne gibi yollara başvurdukları, kitabın hareket noktalarını oluşturur.”

Roman genel anlamda Hacı Aga denilen bir adamın evinin taşlığında oturup hemen hiç hareket etmeden tüm gün farklı farklı bir sürü misafiri ağırlayışı ve onlarla olan sohbeti üzerine kurulmuştur. Biz bu sohbetlerden Hacı Aga’nın nasıl bir karaktere sahip olduğu hakkında geniş bilgiler elde ediyoruz çünkü Sadık Hidayet bizzat romanın içine dahil olarak bize Hacı Aga’yı en pis yönleriyle tanıtıyor.

Hacı pinti, işini görebilmek adına siyasetçilere “yağ çeken”, hayatında hemen her konuda yalanı kendine kılavuz edinmiş ama bütün bunlara rağmen ahlakçı gibi görünmekten de geri kalmayan birisidir. Okuma yazması iyi değildir, bir tek ahlak kitaplarına ve Sadi’nin “Gülistan” adlı eserine ilgi duyar. Hayatında hiç Mekke’ye gitmemiştir ama herkese gitmiş gibi anlatır, bahşiş vermek söz konusu olduğunda kendini rahatsız hisseder, evde yedi karısı olmasına rağmen ne zaman bir kadın görse ağzı sulanır, ama en önemlisi de paraya tapar. Evet, kelimenin tam anlamıyla paraya tapar Hacı Aga. Hayatta her şeyin parayla alınabileceğini düşünür.  “Para onun sevgilisi, dermanı, onu zevklendiren, korkuya düşüren bir şeydi. Yaşamının tek amacı sayılırdı. Paranın ardından para sesinden, para sayılmasından daha zevk verici bir şey yoktu; bitiyordu paraya.” Öyle ki Hacı namazı, orucu da parayla satın alabileceğine inanır. Parası olanın bu dünyada da, öbür dünyada da rahat olacağını, dinin asıl parasızlar için geçerli olduğunu öne sürer sürekli.

“Biz kurtlar sofrasında yaşıyoruz. Ama her şeyin aslı paradır. Dünyada paran varsa, onurun, itibarın, namusun, her şeyin var demektir. Herkesin gözdesi olursun… Para ayıpları örter. Para çalıntı ise helale çevirebilirsin; ananın ak sütü gibi helal olur. Öbür dünya için de namazı, orucu, haccı satın almak mümkündür. Hem bu dünyada, hem öteki dünyada işin iş olur. “

Sadık Hidayet toplumdaki yozlaşmış yapıyı açığa çıkartmak, bunu hicvetmek amacındadır ve bu hemen her eserinde görülebilecek bir unsurdur. Hacı Aga romanı da tam anlamıyla bir politik hicivdir diyebiliriz. O topluma ve sisteme isyan eder. Hem toplumun yozlaşmış, çürümüş beyinlerine hem de mevcut rejime karşı başkaldırı ifade eden cümleler sarf eder. Onun eserini oluştururken toplumsal realiteyi nasıl göz önünde bulundurduğunu Hacı’yı tarif ettiği cümlelerinde görebiliriz.
Hidayet Hacı Aga’da eksik din algısına özellikle değinir. Dinin istismar edildiği, dinsel inançların (namaz, oruç vs.) para ile döndüğü, dinin şarlatanlar tarafından sömürüldüğü bir inanca karşıdır. 

Kitabın belirli bölümlerinde kendi düşüncelerini romandaki kişiler aracılığıyla belirtir. Hacı bir gün evinde genç şair Munadilhakk’ı ağırlar, ondan kendisi için demokrasi üzerine bir şiir yazmasını ister. Genç şair böyle bir şey yapamayacağını belirtir: “Sizin gibilerin yaşayacağı bu ortamda hiçbir şey yapmam ben. Vücudum atıl ve batıl kalır. Çünkü şairleriniz de sizin gibi olmak zorunda. Sizin hazırladığınız, her şeyin, hırsızların, dolandırıcıların, casusların değer yargılarına göre değerlendirildiği, sözcüklerin anlamlarını yitirdiği bu hela çukurunda ben bir hiçim. Bu çukurda sadece sizlerin yeme ve semirme hakkı var. Size layık olan da bu çukur zaten.”
Bu satırları söyleyen sanki Munadilhakk değil de Sadık Hidayet’in kendisiymiş gibi geliyor okurken, belki de öyledir çünkü Hidayet birebir bu görüşleri benimser. Şair ile Hacı’nın konuşmalarının geri kalanında bu sisteme isyan etmeye devam eder.

Romanın sonunda Hacı hastanelik olur ve ameliyat masasında yatarken karşısında duran iki meleği görür. Onları ikna etmeye çalışarak sürekli  ne kadar iyi bir insan olduğundan, dini vazifelerini yerine getirdiğinden bahseder. “Cennete gitmeden önce” evini görmek ister ve meleklerle bir evine gider. Evine gittiğinde oradaki herkesin arkasından konuştuğunu, onun bütün kirli çamaşırlarını ortaya döktüğünü görür ve kendi kendine, sanki diğerleri onu duyacakmış gibi küfretmeye başlar. Hacı meleklerle bir göğe yükselip kendisini bir kasrın önünde bulur, o kasrın kapıcısı olacağını öğrenir ve ardından ansızın gözlerini açarak bütün bunların bir rüya olduğunu farkeder. Öte yandan Hacı hastane odasında, bütün ıstıraplarının ortasında bile kendisini ziyarete gelen beyin gönderdiği altın meyveliği düşünür..  Bu da onun gerçekten paraya nasıl taptığını gözler önüne serer.

Bir hayli uzun olan yazımı burada noktalıyorum. Bu romanın bendeki yeri, daha doğrusu Sadık Hidayet’in bendeki yeri çok başka olduğu için belki de en keyifle yazdığım yazı buydu  ve belki de bu yüzden bu kadar uzattım lafı. Umarım yazıyı keyifle okursunuz ve bu, sizde kitabı alıp okuma isteği uyandırır.  Herkese bol kitaplı günler diliyorum!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sadık Hidayet-Hacı Aga

Hacı Aga Sadık Hidayet ‘in dünyasına girdiğim ilk kitap değil, ama belki de benim için en etkilisi oldu diyebilirim. Daha önce Kör Baykuş...