30 Haziran 2016 Perşembe

Hermann Hesse- Bozkırkurdu





Bozkırkurdu, Hermann Hesse'nin toplumun sığ değer yargılarına ve kişiliksiz, yüzeysel yaşamına uyum sağlayamayan bir insanı anlatan bir romanıdır. Hesse, bu romanı için 1961 yılında "...okurlarımın çoğu Bozkırkurdu'nun öyküsünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yok olmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim." demiştir.




Bozkırkurdu benim sıkça adını duyduğum ve kitapçılarda karşıma çıkan bir romandı. Geçtiğimiz Nisan ayında da fuardaki indirimi de fırsat bilerek sonunda bu kitabı satın aldım. Evet, Nisan ayında aldığım ve çok merak ettiğim bu kitabı ancak Haziran ayında okuyabildim çünkü bazı tavsiyeler sonucu bu kitabı tamamen rahat bir zihinle okumamın ve tabi haliyle bunun için okulumun kapanmasını beklemenin en iyisi olduğuna karar kıldım. Lafı çok fazla uzatmadan kitap hakkındaki görüşlerime geçmek istiyorum. Kitabı beğendim diyemiyorum, çünkü "beğenmek" gerçekten benim için yetersiz kalıyor. Son zamanlarda okuduğum en güzel, en heyecanlı, en akıcı romandı diyebilirim. Neden heyecanlı? Aksiyon konulu mu? Elbette hayır. Benim heyecanımı diri tutan şey kesinlikle yazarın toplumsal değer yargılarını böylesine güzel ele alışıydı. Gerçekten de bir macera romanı okuyormuş ya da aksiyon filmi izliyormuş gibi, elimden bırakmak istemeyerek okudum bu kitabı. Romanın genel konusunu ve içindeki bazı girintili çıkıntılı olayları düşündükçe iyi ki bu kitabı daha erken okumamışım diyorum. Çünkü dinç olmayan bir kafayla okunduğu zaman pek verim elde edileyemeyecek kadar derin bir roman. Hepimizin içinde bir parça da olsa Harry Haller vardır diyor ve bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.


"En mutsuz yaşamda bile yıldızın parladığı anlar, kum ve çakıl taşları arasında küçük çiçeklerin açtığı anlar vardır."

24 Haziran 2016 Cuma

Sevgi Soysal-Yürümek

Yeniden merhaba! Haziran ayında okumayı planladığım ilk kitap Sevgi Soysal'ın Yürümek adlı romanıydı. Bu kitap benim Sevgi Soysal ile tanışmama vesile oldu diyebilirim. Sevgi Soysal'ı tanıyor, edebiyatımız açısından özellikle post-modern roman türünde önemli bir şahıs olduğunu biliyordum. Fakat kitaplarını almak bir türlü denk gelmemişti. Bu sene İzmir Tüyap Kitap Fuarı'nda, İletişim Yayınları standında görür görmez kaptım Yürümek'i.




İletişim Yayınları'ndan çıkan Yürümek romanının arka kapağında şunlar yazıyor: "Yürümek, Sevgi Soysal'ın yazarlık çizgisinde bir eşik olarak nitelendirilir. Ela ve Memet'in hayatta kesişmelerini ve ayrışmalarını anlatan bu romanında, Sevgi Soysal, toplumca çizilen erkeklik, kadınlık sınırlarını ve sınıf değerlerini bireyin gözünden sorgular."  Romanda Ela ve Memet'in küçüklüklerinden itibaren ele alınarak birbirleriyle tanıştıkları ve ayrılma noktasına geldikleri güne kadar yaşadıkları, ne şartlar altında büyüdükleri, hayat ile nasıl tanıştıkları ve bunu nasıl karşıladıkları anlatılır. Birbirlerinden çok uzakta büyümekte olan bu iki çocuk da daha çocukluktan yetişkinliğe erişmedikleri günlerde cinselliği keşfe çıkar; gerek kulaktan dolma bilgilerle, gerek film sahneleriyle... Bu kitabın en önemli özelliğiyse, cinselliği toplumun zihniyetini teşhir edici bir şekilde ele alışıdır.


Roman gerek konusu gerekse bunu anlatış tarzıyla Türkiye'de belli bir kesimin hoşuna gitmeyecek noktalara değinmekte gerçekten de. Cinsellik, türümüzün bir gereği olmasına karşın üzerinde konuşulmaktan en çok çekinilen konu. Böyle bir ortamda, çocuk yaştaki iki gencin cinsellikle değişik ortamlardaki tanışmasına tanıklık etmemizi sağlayan Sevgi Soysal, büyük bir cesaret örneği göstermiştir bana göre. Ki gerçekten öyle de oldu; kitap müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı. Soysal'ın kalemi beni tatmin etti diyebilirim. Gerek yalın, yormayan anlatımıyla, gerekse gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken noktalara değinmesi sebebiyle ben bu romanı beğendim. Yazarın bir Ela'nın hayatından kesitler sunması, daha sonra ara vererek doğa tasvirlerine yer vermesi ve ardından Memet'in hayatına dahil olması da romana ayrı bir hava ayrı bir güzellik katmakta. Kısacası bu roman beni diğer Sevgi Soysal romanlarını alıp okumaya teşvik etti diyebilirim. 



1 Mart 2016 Salı

Orhan Pamuk-Masumiyet Müzesi



Yeniden merhaba! Yağmurlu ve soğuk geçen bir Şubat ayını geride bırakıp, bahar ayına giriş yaptık. Bloğumu Şubat ayında okumayı planladığım kitapların listesini paylaşarak açmıştım ve ay sonunda bu kitaplarla ilgili fikirlerimi sunacağımı da belirtmiştim. Fakat ne yazık ki hedeflediğim kadar kitap okuyamadım. Okulum açılalı 3 hafta olmasına rağmen şimdiden yoğun bir tempo içine girdim ve haliyle bitirebildiğim romanlar, sadece okulda okumakla yükümlü olduklarım oldu. Bu durumdan ne kadar utanç duyuyor olsam da, Şubat ayında okumayı planlayıp okuyamadığım çoğu kitabı Mart ayına sarkıttım ve umuyorum bu ay daha istikrarlı bir şekilde gideceğim. 


“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıldır çalıştığı harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor... Masumiyet Müzesi’ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengârenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz. 1975’te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un hikâyesi; hızı, hareketi, olaylarının ve kahramanlarının zenginliği, mizah duygusu ve insan ruhunun derinliklerindeki fırtınaları hissettirme gücüyle, elinizden bırakamayacağınız ve yeniden okuyacağınız kitaplardan biri olacak.


 Masumiyet Müzesi benim için Orhan Pamuk ile tanışma romanı oldu. Bunca yıl okumak isteyip bir türlü okuyamadığım bir yazar olarak, kendisiyle tanışmamın bu roman sayesinde olması beni tatmin etti diyebilirim. Kitabın konusundan az çok anlayacağımız üzere yıllar boyunca bir türlü kavuşulamayan bir aşkı konu ediyor romanımız. Kimilerine bayık, sıradan bir aşk hikayesi gibi gelse de benim açımdan böyle bir şey söz konusu değil açıkçası. Her ne kadar yoğun aşk hikayelerinin konu edildiği romanlardan hazzetmesem de bu roman bende ''bitse de gitsek'' havası yaratmadı. Aslında daha uzatsam uzatırım, ama tadında bırakmak gerek diye düşündüğümden, bu kitaba puanım 10 üzerinden 10 diyerek, sizlere okumanızı tavsiye ediyorum.


Dipnot: Son olarak, Orhan Pamuk İstanbul'un Çukurcuma semtinde kitabın adını taşıyan bir müze açmıştır. 2012 yılında açılan bu müzeden zevk alabilmeniz için illa ki kitabı okumanıza gerek olduğunu sanmıyorum, sanırım müzenin ambiansı sizi romanın içine kendiliğinden sürükleyecektir. Merak edenler için bir de link:


http://tr.masumiyetmuzesi.org/

Sadık Hidayet-Hacı Aga

Hacı Aga Sadık Hidayet ‘in dünyasına girdiğim ilk kitap değil, ama belki de benim için en etkilisi oldu diyebilirim. Daha önce Kör Baykuş...